30 Aralık 2009 Çarşamba


2009'un son gününde Neşeli Önlük karakterleri
Cine 5'te yayınlanan
Farklı bir Gün programına konuk olacak.


Neşeli Önlük Karakterleri Cosmopolitan'ın

Ocak sayısında meşhur olmak üzere!

23 Aralık 2009 Çarşamba

BÜTÜN KIZLAR TOPLANDIK!

Pıt Pıt Naciye yarışmayı takip eden günlerde hiç olmadığı kadar mutluydu. Telefonları susmuyor, çeşitli dergi ve gazeteler onunla röportaj yapmak istiyordu. Herkes tasarımcısı meçhul önlüğü ve onun güzel sahibesi hakkında bilgi edinmek istiyordu.

Günler günleri kovaladı. Naciye o röportajdan bu röportaja koşup duruyordu. Üstelik iş temposu da oldukça artmıştı. Kendine ve arkadaşlarına hiç vakit ayıramıyordu. Tüm bu yoğun temponun içinde iyice dağılmıştı. Hemen kendini toparlamalı ve arkadaşları ile özlem gidermeliydi. Ama dışarı çıkmak için süslenecek hali de yoktu. Ne de olsa sokakta biri onu makyajsız haliyle görüp şaşırabilirdi. En iyisi tüm kızları evde toplayıp bir pijama partisi düzenlemekti.

Naciye tüm kankalarını aramaya koyuldu. Oya, Yelda, Fatma, Pınar, Nezahat ve Çiğdem ile tek tek konuşarak evde terlik+pijama ve pizzadan oluşan çılgın kız partisine katılmalarını sağladı. Kızların hepsi akşamki programlarını iptal edip Naciye'nin ev partisi için hazırlanmaya koyuldu. Yalnız içlerinden biri, yani Ayşegül şehir dışında olduğu için maalesef partiye katılamayacaktı (!) Üstelik kızcağız telefonu dahi çekmeyen bir yerde olduğu için akşamki organizasyondan da habersiz kalacaktı. Geri döndüğünde kesin sitem edecek , diye aklından geçirdi Naciye. Ayşegül iyi kız, hoş kız ama pek bir alıngan canım diyerek suçluluk duygusundan arınmaya çalıştı.

Öte yandan Ayşegül şehir dışında falan değildi. Yakın kız arkadaşlarına sırası ile önlük yollama macerasına devam ediyordu. Hemen hemen kızların hepsine önlük ulaşmıştı. Bir iki gün içinde önlüksüz arkadaşı kalmayacaktı. Kızların ellerine geçen bu gizemli önlüklerden birbirlerine bahsedeceğini de çok iyi biliyordu. Bu durumda şüphe çekmemek için ya arkadaşlarına yalan söyleyip ona da bir önlük gelmiş gibi davranacak ya da bir süreliğine şehir dışına çıkacaktı. Aslında şehir dışında olmak da yetmezdi, kızlar telefonda da ona yetişir, başlarından geçen tüm olayları anlatırdı. En iyisi iş için telefonu çekmeyen bir köye gidermiş gibi yapmaktı. Herşeyi planladı, sanki bir köy okulu tadilatına katılıyormuş gibi İstanbul'dan uzaklaşmış izlenimi yarattı. Gerçekte ise bir süreliğine Babaannesi'nin Merter'deki evine yerleşti. Olanı biteni burdan kızlar grubu arasındaki mail trafiğinden seyretmeye karar verdi.

Ayşegül'ün tüm planlarından habersiz olan 7 kafadar akşam Naciye'nin evinde toplandı. Naciye kızlara evine gelen gizemli önlüğü, bu sayede nasıl medyatik olduğunu, gizli hayranını ve tabii ki yakışıklı Necati'nin ona karşı ilgisini tek tek, defalarca yaşaya yaşaya anlatmayı planlıyordu. Bu önlük olayının sadece kendi başına geldiğini sanıyor ve pek bir havalanıyordu. Diğer kızlar da onların da gizli bir hayranı olabileceğini düşünüp heyecanlanıyor ve Naciye'ye bu durumu anlatmak için can atıyorlardı. Eline henüz önlük ulaşmamış olan Fatma ve Nezahat ise olanlardan habersizdi.

Saat 20 sularında kapı çalmaya başladı. Herkes sırası ile Naciye'nin sevimli ve küçük dairesinde toplanmaya başladı. Önce Yelda ve Çiğdem, ardından Oya ile Pınar geldi. Son olarak da Fatma ve Nezahat zili çaldı. Herkes çok neşeli ve kurt gibi açıkmıştı. Kimsenin yüzünde makyaj , saçında fön yoktu, içlerine pijamalarını giyip gelmişlerdi. Kız kıza bol kahkahalı bir gece başlamak üzereydi.

SPORTMEN OYA SÖRFE NASIL BAŞLADI?
Sportmen Oya'nın babası, eski güreşçilerden Gürbüz Çeliksırt, tam bir spor adamıdır. Spor yapmak ve spor hakkında konuşmak onun için vazgeçilmez bir tutkudur. Tenis, eskrim, futbol ya da cimnastik gibi akla gelebilecek pek çok spor dalını tecrübe etmiş olan Gürbüz Bey'in tek ve en büyük korkusu deniz sporlarıdır. Kızını her spora teşvik etmesine rağmen deniz ile ilgili sporlara oldukça karşıdır. İşte bu yüzden Oya'nın üniversiteye başladığı yıl Çeliksırt ailesi için oldukça zorlu ve tartışma dolu bir yıl olarak geçmişti.
Oya üniversiteye başlar başlamaz yaptığı ilk iş okulun denizcilik kulübüne üye olmak olmuştu. Ardından hızını alamayıp sualtı sporları kulübüne kaydoldu. Klüplerin tüm çalışmalarına katılıyor, denizin altını üstüne getiriyordu. Başta babası olmak üzere tüm aile Oya'nın bu sportif maceralarından endişe duyuyor ve ona engel olmaya çalışıyorlardı. Oya azimli ve kararlıydı, bu sporları öyle ya da böyle yapacaktı. Ailesi "en azında birini seç evladım" diye sürekli nasihat ediyor, "bir insan hem denizin üstünde hem de altında olamaz ki canım" diyerek onu caydırmaya çalışıyordu. Sonunda dedikleri de oldu. Klüp çalışmaları çakışmaya başlayınca Oya bir seçim yapmak zorunda kaldı ve suyun üstünü seçti. Artık ailesi biraz olsun rahatlamıştı. Nasılsa suyun üstünden de vazgeçecek diye düşünüyorlardı ki bu sefer Oya, evin içinde Milli Sörfçü geldi diye naralar atmaya başladı. Gürbüz Bey şaşkınlık içindeydi, milli olmak o kadar kolay birşey miydi canım! Kendisi onca yıl güreş sporuyla uğraşmıştı ve topu topu 2 kez milli mayoyu giyebilmişti. Deli kız kendini iyice kaptırdı, diye hayıflanıyordu.
Oya için ise denizde olmak bir çeşit hayat biçimine dönüşmüştü. Sabahları kalkar kalkmaz pencereye koşup havaya bakıyor, rüzgarın yönünü ve hızını tespit etmek için sürekli bulutları ve ağaç dallarını kolluyor, yabancı hava durumu sitelerindeki anlık hava tahminlerini cep telefonuna yönlendiriyordu. Artık varsa yoksa rüzgar ve denizdi. Yıllardır spor yaptığından dolayı kondisyonu çok iyiydi. Akıllı, azimli ve çalışkandı. Sörf tam ona göreydi. Sonunda dediği oldu ve bir mucize gerçekleşti, Oya milli sörfçü olmaya hak kazandı. Kendi dalında yeterli sayıda bayan sörfçü olmaması ve Oya'nın çalışkanlığı ona bu alışılmadık başarıyı getirmişti. Çok gururluydu.
Yakın arkadaş çevresi Oya'nın bu kadar çabuk milli olmasını garipsemişti, hatta alay edenler bile olmuştu. Yahu bu iş bu kadar kolay ise biz de sörfe başlayalım, diyenlerin sayısı ise oldukça fazlaydı.
Bu durum Oya'yı güldürüyordu. Diline doladığı hayali gerçek olmuştu, gerisi boştu. Üstelik babası, yani Gürbüz Bey, tüm karşı çıkmalarına rağmen, kızıyla gurur duyuyordu. Denizden korkan güreşçi baba sörfçü kızının nasıl sörf yaptığını pek bilemese de ön yargılarında kurtulmuştu. Denizden ancak denizi bilmeyenin korkacağını artık biliyordu.

15 Aralık 2009 Salı

Naciye Yemek Yarışması'nda!

Pıt Pıt Naciye'nin akşam verdiği yemekli davet müthiş geçmişti. Özellikle süpriz bir şekilde gelen gizemli önlük misafirlerin üzerinde inanılmaz bir etki yaratmıştı. Herkes bu şık kostümden etkilenmiş ve hemen birer tane edinmek istemişti. Önlüğün nerden ve kimden geldiği bilinmediği için misafirler önlüğe karşı iyice ilgi duymaya başlamışlardı. İçlerinden biri hem önlüğün kimden geldiğini öğrenmek hem de Naciye'yi etkilemek için ortaya parlak bir fikir attı. Naciye, bu güzel önlük ile birlikte televizyonda yayınlanan oldukça meşhur bir yemek yarışma programına katılacak ve önlük halk tarafından beğenilince önlüğün sahibi ister istemez ortaya çıkacaktı.
Bu fikir Naciye ve diğer misafirlerin pek bir hoşuna gitmişti. Hem zaten Naciye oldum olası televizyona çıkmak ister, bu isteğini dile getirmekten de çekinirdi. Şimdi fırsat ayağına kadar gelmişti. Teklifi yapan genç adam, yani Necati, bu programın yapımcısıydı ve Naciye'den çok etkilenmişti.

İlerleyen günlerde Necati sık sık yarışma programının detaylarını konuşmak için Naciye'yi aradı. Gereken dökümanları, sunucu ve teknik ekip hakkında gerekli gereksiz tüm bilgileri tekrar tekrar söylüyordu. Naciye halinden şikayetçi değildi, ilgiden hoşlanırdı. Üstelik televizyona çok hoş bir kostümle çıkacak ve tüm bakışlar, her zaman olduğu gibi, üzerinde olacaktı. Yemek yapma kısmı onun için sadece basit bir ayrıntıydı(!)

Ve beklenen gün geldi, çattı. Naciye yüksek ökçeli kırmızı pabuçları ve güzelce ütülediği şık mutfak önlüğüyle birlikte milyonlarca kişinin izlediği, ülkenin en popüler yemek yarışma programında, canlı yayındaydı. Başta sunucu olmak üzere, stüdyodaki herkes Naciye'yi ve tabii ki önlüğünü çok beğenmişti. Bununla birlikte, kimse bu süslü ve alımlı kadının, üzerindeki önlüğe rağmen, iyi yemek yapacağına ihtimal vermiyordu. En fazla çilekli puding yapacak gibi duruyordu.

Tüm tahminler boş çıktı ve Naciye kendisine verilen yemek malzemeleri ile çok lezzetli yemekler yaptı. Üzerindeki önlük ile tezgahlar arasında seri bir şekilde koşturuyor, hangi yemeğe hangi malzemeden ne kadar gerektiğini kırk yıllık aşçılar gibi göz kararı belirliyordu. Çok özel soslar yaratıyor, çeşitli baharatlarla yemeği süslüyordu. Onu izlemek bile seyircileri büyülüyordu. Naciye'nin stüdyodaki izleyiciler arasında yer alan büyükannesi de şaşkınlık içindeydi. Torunun ne kadar maharetli olduğunu bunca yıl görememiş, üstelik kızcağızı senelerce tembel torun diye çağırmıştı. Yaşlı kadın çok pişmandı.

Yarışma için verilen süre dolduğunda stüdyodaki konuklarca Naciye'nin hamaratlığına oy birliği ile karar verildi. Tüm konuklar, Naciye'nin üstündeki şık önlüğü nerden aldığını öğrenmek istiyordu. Maalesef sorular yanıtsız kaldı. Yarışma süresince ve onu takip eden günlerde tüm gazete ve dergilerde önlükten bahsedilmesine rağmen, kimse ortaya çıkıp önlüğü sahiplenmemişti....

10 Aralık 2009 Perşembe

"Erkek Fatma" doğuyor!

Küçükken mahallenin uzun saçlı, süslü kızları evcilik oynamaya pek bayılırlardı. Her oyunda aralarından yeni birini seçerler, evden getirdikleri incik boncuklar ile arkadaşlarını süslerler ve onu gelin yaparlardı. Sırası ile herkes muhakkak gelin olurdu. Biri hariç! Mahallenin en küçük ve en kısa saçlı kızı Fatma, maalesef her seferinde, kimseni olmak istemediği, damat rolü ona kalırdı. Kendisinden yaşça daha büyük ve daha bilmiş olan kızlar Fatma’yı oyundan çıkarmak ve aralarına bir daha almamak ile tehdit ederlerdi. Fatma bu tehdit karşısında, ilk başta istemeyerek, sonrasında ise oyunun havasına girerek, damat olmayı kabul ederdi. İşin aslı pek de iyi bir damat olurdu. Erkek gibi durur, söze pek karışmazdı. Kızların kendi aralarında yaptıkları mizansene sessizce ayak uydururdu. Dışarıdan bakıldığında halinden pek de şikayetçi bir yanı olduğu söylenemezdi. Oyun bitip eve döndüklerinde ise ağlamaklı olur, -Bir daha damat olmak istemiyorum, diye gizlice ve hisli hisli ağlardı.

Günlerden bir gün, gene mahallenin süslü ve bilmiş kızları evcilik oynamak için toplandı. İçlerinden kimin gelin olacağına bir türlü karar veremiyorlar, kendi aralarında tartışıyorlardı. Grubun en popüleri ve en uyuzu Muhteşem her zamanki gibi mızıkçılık yapıyor ve gelin olmak için ısrar ediyordu. Ne de olsa, ablasının çeyizinden gelinlik duvağını araklayan oydu. Annesi bu durumu öğrense bir daha değil evcilik oynamasına, gerçekten evlenmesine dahi izin vermezdi Mazallah! Bu tehlikeli durumu sürekli arkadaşlarına hatırlatıyor ve
-Duvaksız gelin olmaz! diyerek arkadaşlarını gizlice tehdit ediyordu. Hal böyle olunca, son beş oyunda olduğu gibi, Muhteşem’in gelin olmasına oy birliğiyle karar verildi.

Muhteşem, duvağı başına takıp salına salına bahçede koşturmaya başladı, az evvel nerdeyse saç saça baş başa girdiği kızlar da onun peşinden güle oynaya geliyorlardı. Hepsi ikinci oyunda gelin olma hayaliyle Muhteşem’e yakın düşmeye çalışıyordu. Fatma’nın damat olmaktan başka bir şansı yoktu ve bu sefer, ne kadar oyuncu bir çocuk olursa olsun, canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Bahçeye bakan en yakın apartmanın merdivenlerinde oturarak -Bugün pısırık damat olacağım! diye arkadaşlarına(!) seslendi. Aralarından bazıları tamam dercesine kafa salladı, bazıları ise dönüp bakmadı bile. Kimsenin onu taktığı yoktu, çok sıkılıyordu, keşke biraz daha büyük olsaydı. Bir an önce büyümek ve tüm oyunlarda oynamak istiyordu. Yanaklarını ellerinin arasına sıkıştırarak üzgün üzgün oturmaya devam etti.

Kızların deli deli çığlıkları, sokakta çift kale maç yapan erkek çocuklarının bağırış çağırışlarıyla birbirine karışıyordu. Fatma’nın kulağına, tüm bu gürültü arasında, derinden ince bir ses geldi. -Viik, viik diye gelen bu cılız ses bir kedi sesiydi ama ortada kedi falan yoktu. Fatma sesin nerden geldiğini anlamak için ayağa kalktı ve tam o sırada ağacın tepesindeki minicik sarı kediyi fark etti. Bu yavru kedicik farkında olmadan çıktığı ağaçtan bir türlü inemiyor ve ağlıyordu. Fatma şöyle bir ağaca baktı, ağaç epey yüksekti. Etrafındakilere seslenip yardım etmelerini istedi ama onca gürültü içinde kendi sesinin kedinin sesinden hiç farkı yoktu. Kedicik ağlamaya devam ediyordu. Fatma kediciğin ağlamasına daha fazla dayanamadığı için ağaca tırmanmaya karar verdi. Yavaşça ağacın gövdesine ve dallarına basarak tırmanışa geçti. Fatma çok kolay tırmanıyordu, hemencecik kediciğin yanına ulaşmıştı. Üşümüş ve korkmuş kediciği hemen kavradı, kendi minik elleriyle başını okşayıp sevdi. Kedicik de ellerini yalayarak ona sokuldu. Fatma hemencecik kediciği pantalonunun yan cebine yerleştirdi ve şöyle bir aşağıya baktı.
-Aman Allah’ım! Ne kadar yüksekteydi. Aşağıda tüm mahalleli toplanmış bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Annesi de ordaydı ve çok korkmuşa benziyordu. Aslında annesini orda gördüğü için Fatma daha çok korkmuştu. Akşama, tabii eğer aşağıya inebilirse, evde ceza vardı!
Fatma, biran için bulunduğu yükseklikten ve aşağıdaki insanların el kol hareketlerinden telaşlansa da kısa sürede sakinleşti ve aşağı inişe koyuldu. İniş sırasında bir iki kez ayağı takılınca, aşağıdakilerin yüreği ağzına geldi ama sağ salim aşağıya ulaştı. Fatma’nın annesi yavrusunu azarlamak yerine ona sıkıca sarıldı. Bu sırada kalabalık içinden gözleri pek iyi görmeyen ihtiyar bir amca –Eee be oğlum, ne işin vardı ağaç tepesinde? Deli misin, divane mi?diye söyler söylemez, Fatma’nın cebindeki minik kedicik toprağa atladı. İşte o an, mahalleli Fatma’nın neden ağaç tepesinde olduğunu şıp diye anlayıverdi. Kocaman bir alkış koptu. Az evvel yalnızlıktan ve dışlanmışlıktan dolayı üzgün üzgün oturan Fatma’nın etrafında şimdi koca bir kalabalık vardı. Üstelik bu kalabalık, Fatma’yı erkek sanan ihtiyar amcadan etkilenerek;
–Erkek Fatma buraya, yumruk havaya! diye tezahürat yapıyordu. Onu dışlayan evcilik arkadaşları bile tezahürata katılmıştı. Fatma o gün hayatının en mutlu günlerinden birini yaşıyordu. Artık bir sürü seveni vardı!

1 Aralık 2009 Salı

BİR PAZAR GÜNÜ MACERASI

Çiğdem ve ablası Yelda sahilde bisiklete binmek için tüm hafta pazar gününün gelmesini beklemişti. Akşam haberlerinin vazgeçilmezi, meşhur meteorolog Bulut Havakoklar pazar gününe kadar sürekli yağış olacağını, ancak pazar günü güneşi görebileceklerini söylemişti. Beklenen de oldu. Aralık ayının ilk pazarı bahardan kalma bir gün olarak başladı.

İki kafadar bisikletlerine atlayıp Dalyan'dan doğruca sahile indiler. Bostancı'ya kadar kaç tur attıklarını bile saymadan saatlerce turladılar. Etrafta piknik yapan gençler, ilk adımlarını atmaya çalışan ufaklıklar, belediyenin kurduğu cimnastik aletlerinde spor yapan orta yaşlı tombul teyzeler ve havalı havalı köpek gezdiren genç kız ve delikanlılardan bolca vardı. Öğlene doğru kalabalık iyice artmıştı. Tek tek köpek gezdiren kızlar ve erkekler öğle saatleriyle birlikte çift çift dolaşmaya başlamışlardı. Tombul teyzeler cimnastik aletlerinde harcadıkları enerjiyi geri kazanmak için simitçinin etrafını kuşatmışlar, ikişer üçer aldıkları simitleri ayranlarla birlikte yuvarlıyorlardı. Ufaklıklar ise onlara dünyayı dolaşmak kadar uzun gelen ilk adımlarını atmaktan sıkılıp annelerinin bacaklarına sarılmaya başlamışlardı. Etrafa tatlı bir telaş ve mutluluk havası hakimdi.

İşte tam bu sıralarda "Hayat ne kadar güzel!" diye düşündü Yelda. Kardeşine göz kırpmak için kafasını arkaya çevirdi ve önündeki geniş delikli mazgala takılarak bisikletten nerdeyse beş metre ileriye, çimlere doğru uçtu. Yelda'nın ne olduğunu anlamasına fırsat kalmadan hızla yaklaşan yaşlı bir golden retriever yüzünü yaladı. Ardından tombul teyzelerden biri geri geri yürüyerek bileğine bastı. Ufak ve mız mız çocuklardan biri saçını çekip lastiğini kopardı. En sonun da belediyenin yerleri yıkama makinesi bisikletini ezip geçti. Bu olanların hepsi yaklaşık 2 dakika içinde gerçekleşmişti. Çiğdem yarı komik yarı trajik bu olay karşısındane yapacağını bilememişti. Ablasına doğru yönelmek istiyor ama hareket ederse kahkahasına engel olamayacağı için yerinden kıpırdayamıyordu. Avutucu birşeyler söylemeliydi. Birden aklına meteorolog Bulut Havakoklar'ın meşhur ve saçma lafı geldi;
- Havaya girmeden havalanmayın! diye yüksekçe bir sesle söyledi.

Yelda ve etrafını saran kuru kalabalık pek manasız olan bu lafı neden söylediğini sorgularcasına Çiğdem'e bakakaldı. Çiğdem'in yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bu kadar televizyon izlememeliyim, diye düşündü. Nerde ne yapmam gerektiğini kestiremediğim gibi, garip reklam şarkılarını ya da aptal sloganları dilime dolayıp duruyorum, diyerek hayıflanmaya devam etti. Neyseki kimse bu lafa pek takılmamış, ne manaya geldiğini de sorgulamamıştı.

Kısa bir süre sonra kalabalık dağıldı ve Yelda kendini toparlayarak ayağa kalktı. Çiğdem iki bisikleti önce birbirine sonra da sahil kenarındaki sokak lambalarından birine kitledi. Yarın bisikletleri almaya bir arkadaşını getirecekti. Artık eve dönüp toparlanmaları gerekiyordu. Yelda'nın morali çok bozulmuştu. Herkesin içinde rezil olduğunu düşünüyordu. Üstelik bileği de çok acıyordu. Güzelim bisikleti yamulmuştu. Çiğdem'e yaslanarak yürümeye başladı. Caddeye kadar yürüdükten sonra bir taksi çevirip evlerinin yolunu tuttular.

Taksiden iner inmez apartman görevlisi Talip Abi ile karşılaştılar. Talip Abi iki kız kardeşi ilkokul çağlarından beri tanıyor, tıpkı bir ağabey gibi kolluyordu. Hatta bazen dozu kaçırıp, kızların akşam eve giriş çıkışlarına bile karışıyordu. Şimdi kızlar, bisiklet gezisinden taksi ile dönüyorlardı ve üstelik Yelda topallıyordu. Kesin bir problem olmalıydı.
-N'oldu? Kapkaç mı yaptılar kızz? Laaa bisikletler nirdeee? diye panik bir halde sorular sormaya başladı. Çiğdem başlarına gelenleri anlattıktan sonra Talip Abileri de kahkahayı bastı.
-Kızım gaç yaşında oldunız, bilmiyminiz nassıl bissiklete biniliyir? diye dalga geçmeye koyuldu. Kızların suratının düştüğünü görünce, lafı fazla uzatmadan ortadan kayboldu. Giderken de Çiğdem'e şapşal suratlı bir kargocu çocuğun ikisi adına bir paket getirdiğini ama isimlerinin önünde garip garip birşeyler yazdığını, bu paketin bunlara geldiğini de zaten o gariplikten tahmin ettiğini söyledi. Paketleri sokak kapısının önündeki kalorifere koyduğunu söyleyerek uzaklaştı.

Kızlar birbirlerine ne paketi dercesine baktıktan sonra apartmandan içeri girdiler. Kaloriferin üstündeki sevimli ve şık pakette kocaman harflerler ÇİTLEMBİK ÇİĞDEM ve YOGİ YELDA yazısını okuyunca iyice meraklandılar. Paketi tüm güzelliğine rağmen yırtarcasına açtıktan sonra çok güzel iki mutfak önlüğü ile karşılaştılar. Önlükler çok güzel ve tam kendi zevklerine göreydi. İyi de bu hediye nerden çıkmıştı? Paketin üzerinde de herhangi bir isim yoktu. Önlükleri üstlerine geçirerek eve girdiler. İkisinin de karnı kurt gibi açıkmıştı ve başlarına gelen tüm aksiliklere rağmen mutfağa girip kendilerine yemek hazırlama isteği ile yanıp tutuştuklarını farkettiler. Bu oldukça garip bir durumdu. İki kardeş güneşli bir pazar öğle sonrası, tüm yorgunluklarına rağmen mutfakta harikalar yaratıyor ve neşeli neşeli şarkı söylüyorlardı. Anneleri evde olsa kesin gözleri yaşarırdı.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Prenses Pınar;
- EYVAH AŞIK OLDUM!


Prenses Pınar yeni çıkacak masal kitabı üzerinde yaklaşık altı aydır çalışıyordu. Yayınevinin baskıya geçmesine çok az zaman kalmıştı ve hala kafasındaki hikayeyi istediği gibi kağıda dökememişti. Hikayesine çok inanıyor ama masalsı dili oturtmakda zorlanıyordu. Üzerinde büyük bir baskı vardı. Böyle zamanlarda kafasını dağıtmak için kendini bir oyuncakçı dükkanına atar, saatlerce tüm oyuncakları tıpkı bir çocuk gibi inceler ama çocukların aksine oyuncakların hepsini almak için tutturmadan, mutlu bir şekilde oyunçakçıdan ayrılırdı. Lise yıllarında sınav stresinden kurtulmak için edindiği bu alışkanlık hala devam ediyordu. Üstelik belki de bu alışkanlık sayesinde masal kitapları yazıp hayatını kazanmaya başlamıştı.

Birgün gene kafasını dağıtmak için gittiği bir oyunçakçı dükkanında uzun zamandır görmediği bir arkadaşına rastladı. Oyunçak dükkanının sahibi olan bu genç delikanlı Pınar'ın çocukluk arkadaşı Akif'ti. Küçükken pek sevimsiz ve aksi olan bu çocuk bugün oldukça yakışıklık ve güleryüzlü genç bir adama dönüşmüştü. Akif'i huysuz müşterilerden birini sakinleştirmeye çalışırken kendini tanıtması üzerine farketmiş, kulağına çalan Akif Güleryüz ismiyle şaşırmıştı. Onca yıl geçmesine rağmen bu isim ve soyadı unutmamıştı. Aksi suratlı bir insanın soyadının Güleryüz olması pek de unutulacak birşey değildi. Akif ile bir an için göz göze geldiler, genç adam kibar ve saygılı bir ifade ile Pınar'ı selamladı. İşte o an, Pınar'ın masallarındaki prenseslerin başına gelen aşk tutulması gerçekleşti ve kısıkça bir ses ile EYVAH AŞIK OLDUM! dedi. Birkaç saniye içinde kendini toparladı ve etrafında dediklerini duyan biri var mı diye bakındı. Allah'tan etrafta kendini oyuncak arabalara kaptırmış iki ufaklık dışında kimsecikler yoktu. Hatta Akif bile yoktu. Müşteriyi sakinleştirmek için odasına götürmüş olmalıydı. Pınar hissettiği bu saçma duygudan kurtulmak için hızla kapıya yöneldi ve dükkandan kaçarcasına çıktı.
Anlamsız bir şekilde çarpan yüreğinden, dudaklarından çıkan kelimelerden ve kızaran yanaklarından utanarak yürüyor ve söyleniyordu:
- NE AŞKI! AŞK ANCAK MASALLARDA OLUR!

7 Ekim 2009 Çarşamba


{ayşe+ak}GÜL İLK ÖNLÜĞÜ GÖNDERİYOR!
Ayşegül, özenle tasarlayıp diktirdiği önlüklerine son bir kez baktı. Artık hepsi sahiplerini bulmak üzereydi. Annesinden önlükleri ütülemesini rica etti. Ütülenen önlükleri tek tek ayırdı, hepsine el yapımı etiketlerini taktı, güzelce katladı ve paketledi. Hergün tek bir önlüğün sahibine ulaşmasını istiyordu. Böylece hediye vermenin sevincini ve heyecanını çok daha uzun bir süre hissedebilirdi.
İlk hediyeyi arkadaşı Naciye'ye verilmek üzere kuryeye teslim etti. Paketin üzerinde kocaman harflerle "PIT PIT NACİYE" yazıyordu. Kurye şaşkın, biraz da alaycı gözlerle Ayşegül'e baktı. -Efendim, bu ismin doğru olduğundan emin misiniz? diye sordu.
Ayşegül hafifçe tebessüm ederek başıyla onayladı ve paketinin en kısa zamanda adrese teslim edilmesi gerektiğini hatırlattı.
Kurye gittikten sonra salonda en sevdiği koltuğa otururken radyoda tesadüfen en sevdiği şarkının çalmakta olduğunu farketti. Çalan şarkı Pink Martini'nin Sympathique albümünden Donde Estas Yolanda idi ve bu şarkı Naciye'yi "Pıt Pıt" yapan şarkının ta kendisiydi. Bu nasıl bir rastlantı diye düşündü, küçüklüğünden beri böylesi raslantılardan hep çok mutlu olur, yaptığı küçük bir şey için ödüllendirildiğini düşünürdü. Keyifle şarkıyı dinlemeye koyuldu ve anılar denizine yelken açtı.

Naciye ve Ayşegül yaklaşık dokuz sene evvel, üniversitenin ilk yıllarında, okulun dans kulübüne yazılmaya karar vermişler fakat partnerleri olmadığı için biraz çekinik davranmışlardı. En sonunda tüm cesaretlerini toplayıp salsa kursuna kayıt yaptırmışlardı. Tahminlerinin aksine partnersiz olmaları hiç de sorun yaratmamış, partnerli çiftlerin aksine pekçok kişi ile dans edebildikleri için kısa zamanda iyi dans etmeye başlamışlardı. Kısa sürede Taksim'de cuma akşamları düzenlenen dans gecelerinde boy göstermeye başladılar, böylece danslarını geliştiriyorlardı. Özellikle Naciye dans konusunda çok yetenekliydi. Tüm figürleri herkesden önce kapıyor, ritimleri çok iyi yakalıyordu. Kısa zamanda grubun en iyi öğrencilerinden biri olmuştu. Dans hocası Naciye'deki yeteneği farketmiş ve ona asistanlık teklif etmişti. Artık Naciye okuldan arta kalan tüm vakitlerinde dans ediyor, danstan başka birşey düşünmüyordu.

Birgün okul kafeteryasının panosunda o yıl ilk kez açılacak amatörlere yönelik bir dans yarışmasının ilanı Ayşegül'ün gözüne ilişti. Yarışma daha önce izledikleri yarışmalardan çok farklıydı. En uzun süre aynı şarkıda dans eden çift, yarışmanın birincisi olacak ve yılsonu yapılacak üniversitelerarası dans yarışmasında okullarını temsil etme hakkı kazanacaktı. Ayşegül bu yarışmanın tam da Naciye'ye uygun olduğunu düşündü ve hemen arkadaşını arayarak yarışmadan haberdar etti.

Naciye yarışmayı duyar duymaz havalara uçtu. Hemen kendine bir partner aramaya koyuldu. Aklına ilk gelen dans dersindeki arkadaşı Osman'dı. Osman çok sessiz, sakin ama dans konusunda da bir o kadar yetenekli genç bir delikanlıydı. Kısaca, Naciye yarışma için daha iyi bir partner bulamazdı. Tek sorun Osman'ın kıskanç kız arkadaşını bu yarışmaya katılabilmeleri için ikna etmekti. Zira Osman'ın antipatik kız arkadaşı her provayı izlemek şartıyla ikilinin yarışmaya katılmasına izin verdi. İlk başlarda antipatik kız, çiftin ne şekilde dans edeceğine, birbirlerine ne kadar mesafede duracağına karışıp tartışma çıkarıyordu. Fakat zaman içerisinde Naciye'nin net ve mesafeli tavrından ortada bir tehlike olmadığına inandı ve provalara katılmaya ama hiçbirşeye karışmamaya başladı. Böylece yarışma ilanından sonraki 2 ay boyunca Naciye ile partneri Osman gece gündüz çalıştı. Hem kondisyonlarını hem de danslarını geliştirdiler. Büyük gün için ikiside hazırdı.

Yarışma günü geldiğinde okul bahçesi tam bir şölen alanına dönüşmüştü. Onlarca dansçı kıyafetleri ve danslarıyla herkesi büyülüyordu. Epey zorlu bir yarışma olacağa benziyordu. Yarışmanın açılış şarkısı o zamanların en popüler şarkısı olan "Donde Estas Yolanda" idi. Herkes bu şarkıyı çok severdi. Fakat sabahtan akşama kadar aynı şarkı eşliğinde defalarca dans etmek güzelim şarkıdan nefret etme sebebi olabilir diye düşündü Ayşegül. İyiki yarışmaya katılmamışım, kusardım herhalde! diye mırıldandı. Tam bu düşünceler arasındayken sahnede Naciye belirdi.

Naciye kırmızı şifon bir elbise giymiş, saçlarını gevşekçe toplamıştı. İlk dansın başlamasıyla gevşekçe topladığı saçlar savrulmuş ve rüzgar ile uçuşmaya başlamıştı. Sahnede inanılmaz güzel gözüküyordu. Tüm izleyiciler dikkat kesilmiş onu izliyordu. Herkes çok etkilenmişti. Saatler geçti, Naciye ve Osman çok iyi gidiyordu. Pek çok çift partnerlerden birinin yorulması, bayılması ve hatta kusması nedeniyle yarışmadan çekilmişti ama onlar ilk anki gibi şevkle ve azimle dans ediyorlardı. Yarışmanın favorisiydiler.

Birden, ne olduysa oldu ve Naciye'nin sağ ayakkabısının topuğu kırıldı. Bu beklenmedik birşeydi. İzleyicelerden yüksekçe bir "ahh" sesi geldi. Yarışmaya bu şekilde devam edemezlerdi. Üstelik tüm mola haklarını kullanmışlardı. Topuğu tamir etmek ya da başka bir ayakkabı giymek için duramazlardı. Naciye'nin tek topukla dans etmesi de mümkün değildi.

İşte o an, Naciye seri ve nazik bir hareketle ayakkabılarını sahnenin kenarına fırlattı. Bu fırlatma o kadar estetik oldu ki morali bozulan Osman'ı bile kendine getirdi. Şimdi ikili hiç olmadıkları kadar uyum ve azimle dans ediyor, Naciye yalın ayaklarıyla sahnede tıpkı bir serçe gibi "pıt pıt" sekiyordu. İzleyiciler de şevke gelmiş, "helal olsun size" diye tezahürat yapmaya başlamıştı. Diğer yarışmacılar zaten çok yorulmuşlar, üstelik başlarına gelen bu sorun karşısında adeta küllerinde doğan bu çifte karşı çok fazla bir şansları olmadığını anlamışlar, tezahüratları duyunca da morallerini iyice bozmuşlardı. Tek tek tüm çiftler yarışmayı bıraktı ve Naciye-Osman ikilisi izleyicilerin " Pıt Pıt Naciye" çığlıkları arasında yarışmanın birincisi ilan edildi. O günden sonra Naciye okulda tanılan ve çok sevilen Pıt Pıt Naciye'ye dönüştü.
Ayşegül şarkı bittikten çokca bir süre sonra daldığı hatıralardan sıyrıldı. İçeri gidip yarın ve sonraki günlerde postalayacağı önlükleri organize etmeye koyuldu.
PIT PIT NACİYE

-Giyecek hiçbirşeyim yok! diye hayıflandı.

Naciye her ay yüklü miktarda kredi kartı borcu ödemesi yapıyordu ve borçlarının büyük kısmı Bağdat Caddesi'ndeki şık butiklerde yaptığı çılgın alışverişlerden kaynaklanıyordu. Üstelik kendi evindeki dolaplar tıkış tıkış doluydu, ama gene de bu akşam evinde vereceği davette konuklarını etkileyecek çarpıcı bir kostüm bulamamıştı.

Akşama kalabalık bir arkadaş grubu yemeğe gelecekti. Kaç kişi olacaklarını bilmiyor, pek de önemsemiyordu. Nasılsa yemekleri yardımcısı, canı ciğeri Elmas Ablası yapacaktı. Naciye ise misafirler gelmeden evvel o meşhur pilavından yapacak ve geceye herzamanki gibi damgasını vuracaktı. Tabii ki bu ancak istediği gibi bir kostüme sahip olmak şartıyla gerçek olabilirdi.
-En iyisi yeni açılan şu meşhur alışveriş merkezine uğramak diye düşündü. Çantasını koluna takıp bir hışımla kapıya koştu.

Naciye apartman kapısının önünde şaşkın şaşkın duran kurye ile burun buruna geldi. Kuryenin yüz ifadesi o kadar komikti ki Naciye mahallenin meraklı teyzeleri gibi kuryeye,
-Hayrola, kime bakmıştın? diye sordu. Kurye Pıt Pıt Naciye diye birini aradığını ama zilde böyle bir isim bulamadığını, zaten bu ismi pek bir garip bulduğunu, kargoyu teslim aldığı kadınla arasında geçen konuşmaları ve daha lüzumsuz bir sürü şeyi anlatmaya başladı. Kuryenin cümlelerinin ardı arkasının kesilmeyeceğini farkeden Naciye yüksek sesle -O benim! diye söyleyip, kuryenin elindeki paketi hızla çekti. Merak içinde bu güzel paketi kimin ne için gönderdiğini düşünüyor, bir yandan paketi teslim aldığına dair bir sürü yere imza atıyordu. İmzalar biter bitmez eve koştu.
Naciye oldu olası hediye almaya bayılırdı ama böylesi hiç başına gelmemişti. Kargo paketinin üzerinde kocaman harflerle Pıt Pıt Naciye yazması onu da epey şaşırtmıştı doğrusu. Zevkle ve incelikle yapılmış paketi nazikçe açtı, içinde galiba hoş bir elbise vardı. Yoo bir dakika, bu da neydi? Bu bir elbise değildi ama en az bir elbise kadar şık bir mutfak önlüğüydü. -Tam da ihtiyacım olan şey! diye çığlık attı. Peki ama bunu kim göndermişti? Okul yıllarından kalan bu takma adı bilecek kadar yakın biri miydi yoksa hakkında araştırma yapmış gizli bir hayranı mı vardı? Paketin içinde ne bir not ne de başka bir işaret vardı. Bir an geveze kuryenin neler söylediğini hatırlamaya çalıştı, kurye bir kadından bahsetmişti. Demek ki bunu gönderen bir erkek değil, diye düşündü. Gizli bir hayranı olması fikri hoşuna gitmişti ama hayranının erkek olmasını tercih ederdi. Cama koştu, kurye çoktan gitmişti. Kadın hakkında da pek birşey hatırlamıyordu. Bir süre durakladı sonra -Neyse! diye omuz silkti. Artık akşama konsantre olmalıydı, hem şimdi giyecek çok şık bir kostümü vardı ve şu an için önemli olan da buydu. Gizli hayranını daha sonra düşünecekti. Odasına geçip kafası karışık bir şekilde, tam da zevkine göre dikilmiş önlüğü üstüne tutarak aynada kendini izledi. Ne kadar güzel, diye mırıldandı.
HİKAYELER BAŞLIYOR!
Neşeli önlüklerin sahibelerini biraz yakından tanımaya ne dersiniz?

PIT PIT NACİYE

Naciye, alımlı ve başarılı genç bir iş kadınıdır. Kariyer basamaklarını hızla tırmanırken pekçok gönül macerasına da imza atmaktadır. Beğeni ve takdir dolu bakışları üzerinden görmeye alışık olduğu için mutfakta yemek hazırlarken bile şıklığından asla ödün vermez. Yemek yapma konusunda daha çok tecrübesiz olmasına rağmen güzel pilav yapmaktadır.


ÇİTLEMBİK ÇİĞDEM

Çiğdem çok neşeli, eğlenceli, içi içine sığmayan 20’li yaşlarda genç bir kızdır. Renkli giyinmeyi, arkadaşlarıyla buluşup alışverişe çıkmayı ve evde çay partileri düzenlemeyi çok sever. Meyve salatası ve kokteyl hazırlama konusunda tam bir profesyoneldir.







YOGİ YELDA

Çiğdem’in biricik ablası Yelda tam bir doğa tutkunudur, düzenli olarak yoga yapar. Her cumartesi Bebek’te kurulan organik ürünler pazarına gider. Ordan aldığı birbirinden doğal ve sağlıklı ürünlerle mutfakta harika salatalar ve zeytinyağlı yemekler yapar. Gelecekte, organik ev yemekleri yapan bir dükkan açmayı planlamaktadır.





PRENSES PINAR

Yelda’nin kuzeni Pınar, küçük kız çocukları için peri masalları yazan büyük bir kız çocuğudur. Masallarındaki prenseslerin kıyafetlerini kendi tasarlar ve her kıyafetten kendine bir tane diktirir. O da her prenses gibi mutfakta yemek yapmaktansa misafirlere ihtişamlı sofralar hazırlamayı tercih eder. Ve bu konuda oldukça başarlıdır.





SPORTMEN OYA

Oya, Çiğdem’in bebeklik arkadaşıdır. Sörf başta olmak üzere pek çok sporla ilgilenen Oya, formuna çok dikkat eder. Bu yüzden kendi yemeklerini kendi yapar. Sağlıklı, kalori değeri düşük ama besin değeri yüksek menüler hazırlama konusunda iddialıdır. Favori yemeği soyalı tavuk ve yulaflı ekmektir. Yemek tariflerini annesinden aldığı günden beri gizli iç cebinde taşımaktadır.





ERKEK FATMA (ŞUKUFE)

Prenses Pınar’ın yeni ev arkadaşı nam-ı diğer 'Erkek Fatma', çok harbi bir kızdır. Araba kullanmaya ve futbol maçı izlemeye bayılır. Bu yüzden erkek arkadaşlarının sayısı kız arkadaşlarına göre epey fazladır. Taksim’de yeni açılan bir barda barmenlik yapmaktadır. Bu yüzden, ev partilerinde hazırladığı içkiler ve kanepelerle tartışmasız bir numaradır.




PASTACI NEZAHAT

Nezahat, Avrupa’da çok meşhur bir pasta şefidir. Birgün müşterilerin ve rakip firmaların tarif ve transfer baskılarından bunalarak İstanbul’a döner ve kimliğini gizleyerek küçük bir pastacı dükkanı açar. Kendi dükkanında zevkine göre, birbirinden güzel ve lezzetli pastalar yapıp satmaya başlar. Arkadaşları Naciye, Pınar, Oya, Çiğdem, Yelda ve hatta Erkek Fatma bile onun lezzet sırrını içten içe merak etmekteye başlamıştır.









NEŞELİ ÖNLÜK HİKAYELERİ NASIL DOĞDU?

Ayşegül 30’lu yaşlara merdiven dayamış genç bir mimardır. Birgün kendi ofisinde güzel güzel mimarcılık oynarken aklına çok sevdiği kız arkadaşlarına özel birer hediye verme fikri gelmiş. Bu özel hediyenin hem sahibine özgü olmasını, hem de tüm kızların işine yarayacak birşey olmasını istemiş. Düşünmüş taşınmış ve tüm arkadaşlarının ortak noktasının yemek ile ilgili olduğunu farketmiş. Hepsi yemek yemeyi, bazıları ise yemek yapmayı çok seviyormuş. O zaman herbirine kendi karakterlerine uygun önlükler tasarlamaya karar vermiş. Çalışmış çabalamış, çizmiş karalamış, sonunda arkadaşlarına birbirinden farklı ve neşeli önlükler tasarlamış. Sıra gelmiş tasarladığı önlükleri diktirmeye önce Kızıltoprak’ta Terzi Dilek ve Derya, sonra Bakırköy’de Terzi Simon Amca ona yardımcı olmuş. Kağıt üzerindeki önlükler gerçeğe dönüşmüş. Ayşegül önlükleri kendi elleri ile paketleyip arkadaşlarına yollamış. Kızlar hediyeyi alınca önce şaşırmış sonra bayılmışlar. Hemencecik önlüklerini üstlerine geçirip mutfağa koşmuşlar ve birbirinden güzel yemekler, pastalar ve çörekler yapmaya başlamışlar.
O günden sonra önlüklerin sahiplerine getirdiği maharet ve meziyet kulaktan kulağa yayılmış. Herkes bu güzel önlüklerden edinip yemek davetlerinde kullanmak ister olmuş. Hal böyle olunca, Ayşegül arkadaşları için tasarlardığı önlükleri ve onların hikayelerini internette insanlara duyurmaya karar vermiş.
Şimdi sizler de, http://www.neselionlukler.com/ ve www.neselionlukhikayeleri.blogspot.com adresinden önlükleri görüp sahiplerinin hikayelerini okuyarak NEŞELENEBİLİRSİNİZ!